Daha fazla aklımdan uçup gitmeden 2011 Ekiminde yaptığım 7
gecelik Barselona seyahatimi yazılı hale getirmeyi akıl edebildim bugün.
Biriktirdiği millerle neredeyse tüm Avrupa ve Uzak Doğu’yu
görmüş bir arkadaşımın iteklemesiyle sadece alan vergisi ödeyerek Barselona
biletimi aldım. İnternetten de merkezi bir yerde otel rezervasyonu yaptırdım.
Bu benim ilk Avrupa ve ilk yalnız yurtdışı seyahatim olacaktı.
Özgürlüğüne fazlaca düşkün, yalnızlığı seven ben gibi bir insan için bile biraz
uçuk-kaçık bir plandı itiraf ediyorum. Tam da o dönemlerde çıkmaya başladığım
erkek arkadaşımın bu konuda hiç tepki vermiyor olması gözümde yücelmesine neden
olmuşken, daha sonra “ Ne!? Münferit mi gidiyorsun !?” sözleri münferitin ne
anlama geldiğini bile bilmeyen şahsım adına büyük hayal kırıklığı olmuştur. Meğer
turla filan gidiyorum sanıyormuş.
Arkadaşlarımın yakışıklı İspanyol erkekleri ile ilgili
yaptıkları ima ve esprilerse milletçe seyahat beklentilerimizi, kültür ve libido
seviyemizi açıkça ortaya koyması bakımından sinir bozucuydu.
Yolculuk günü nihayet geldi çattı. Sabahın kör karanlığında,
beni havaalanına bırakmak üzere gelen erkek arkadaşımın “Şunu tak, rahat
edersin” şeklinde elime sıkıştırmaya çalıştığı alyans, neyse ki parmağıma beş
numara büyük geldiğinden, elinde patladı.
Yaklaşık üç-üç buçuk saat kadar süren bir yolculuk sonrası
İspanya’daydım işte. Bir taksiye atlayıp, elimdeki adresi taksiciye uzatırken, İngilizce
oteli bilip bilmediğini sordum. Taksici arkaya dönüp kemerimi bağlamadığım için
sanırım beni fırçaladıktan (İspanyolca) ve el kol hareketleriyle bağlamamı sağladıktan
sonra navigasyon cihazını ayarladı ve otele kadar hiç susmaksızın (tek bir İngilizce
kelime yok) bir şeyler anlattı durdu. Arada attığı kahkahalardan kendi çapında
çok eğlendiğini anladım.
Otel personeli beni oldukça resmi ve saygılı bir şekilde karşılamakla
birlikte, küçük ve aydınlatmaya bakan berbat bir odaya tıkıştıştırmayı ihmal
etmediler. Çok şükür İngilizce konuştukları için aylarca önce rezervasyon
yaptırdığımı ve bu korkunç odada asla 7 gece geçirmeyeceğimi kesin bir dille kendilerine
anlatabildim. Gerçekten de, dolaşmak için çıktığım Barselona sokaklarında
kaybolup, yaklaşık iki buçuk saat sonra, ağlamaklı bir şekilde otele döndüğümde
odam değiştirilmişti.
Ertesi gün lobiden bol miktarda broşür ve Barcelona Bus Touristic adındaki hop on & hop off otobüs biletlerinden aldım. Bu otobüsler sayesinde, üçüncü günün sonunda, gezilecek yerler konusunda bilgi sahibi olmuş, genel şehir haritasını elime alıp, yalnız başıma kaybolmadan dolaşabilir hale gelmiştim.
Ölmeden toprağın altına girmeyi reddeden bünyem yüzünden hiç
metroya binmedim. Her yere ya yürüyerek gidiyor ya da taksiye binip benim
İngilizce onların İspanyolca konuştuğu, tek ortak kelimemiz olan “ola”ların
havada uçuştuğu, tuhaf ama eğlenceli bir diyalog eşliğinde, turistten çok orada
yaşayan biri gibi gezmeye başladım.
Yalnızca bin bir çeşit lezzetli tapasın (ortaya paylaşmalık gelen küçük İspanyol mezelerine, kanepelerine
verilen ad) sunulduğu barlarda bir şeyler atıştırmak ve yanında (kola
niyetine) akıllara durgunluk veren tatlardaki, sudan ucuz kırmızı şaraplarından
içmek için bile İspanya’ya gidilir görüşündeyim.
Benim gibi, domuz etinin yanından bile geçemiyorsanız ancak etsiz de yaşayamayacak kadar bağımlıysanız, arada sahil kenarındaki, daha lüks görünümlü restoranlarda kuzu, balık, ördek vb bir şeyler yemenizi öneririm. Ortam ve servis kalitesini karşılaştırdığınızda bizden daha ucuz olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Yemek sonrasında kahve, çay niyetine Cava (İspanyol şampanyası) ikramı da cabası!
Gelelim yeme-içme dışındaki aktivitelere…
Catalunya meydanından limana doğru uzanan La Rambla, Barcelona’nın en hareketli, renkli, eğlenceli caddesi. Ressamları, çiçekçileri, sokak
göstericileri, saatlerce kımıldamadan duran canlı heykelleriyle keyif
alacağınız bir yer. Bol bol fotoğraf çekebilirsiniz.
La Rambla’ya gidişimin asıl nedeni otelden aldığım broşürdeki Flamenko gösteri merkezi Tablao Cordobes’i bulmak olmasına rağmen caddede bir kaç saat sadece etrafa bakınarak oyalandım.
Tablao Cordobes’i bulmam hiç zor olmadı. O akşam nefis bir
Flamenko gösterisi seyretme şerefine nail oldum. Müzik, ezgiler, gitar, dans, şarkılar,
yorum, kostümler… Ve tabii yine ikram
edilen bir bardak Cava’nın da etkisiyle sanırım, bir başka boyuta geçmiş
gibiydim. Döndükten sonra en pişman olduğum şey, bunu birkaç kez daha yapmamış
olmamdı diyebilirim.
Gezim boyunca deniz ve plaj gibi ülkemizde en alasını bulacağımız aktivitelere yüz vermedim.
Bir kez alışveriş yapmayı denediysem de çok başarılı
olamadığımı söyleyebilirim. Giyecekler ya çok pahalıydı ya da çok ucuz olmamasına
rağmen işçilik ve kaliteleri çok kötü. Zara ve Mango dışında alışveriş
yapabileceğim pek bir mağaza bulamadım doğrusu. Beğenip de elimi attığım birçok
giyecekte de “made in Turkey” yazısını görmek gurur vericiydi açıkçası.
En beğendiğim müzeler Picasso ve d’Historia de Catalunya
oldu.Montjuic ve Tibidabo’ya hayran kaldım, mutlaka görülmesi gereken yerler.
Özet olarak, yalnız olduğum için başlangıçta oldukça tırstığım ve tırstırıldığım bu seyahati çok keyifli, rahat ve hiçbir sorun yaşamadan tamamladım. Herkese tavsiye ederim.
A pardon, yaşadığım tek sıkıntı, kilometrelerce yürüyüp susuzluktan ölmek üzereyken oturduğum kafedeki garson kızın suyu bir türlü anlamayıp bana zorla bino! (vino,şarap) içirmesiydi. Oysa water, wasser, su, sea, shower, hatta rain diye umutsuzca yırtınan benim aquayı akıl edememiş olmamın nedeni tatil boyunca içtiğim binoların beyin hücrelerimi tahrip etmiş olmasıydı herhalde!
Belirtmeden geçemeyeceğim bir şey de, bir çok kişinin favori
Avrupa şehri olduğunu söylediği Barselona’nın, (tüm güzelliklerine rağmen)
asla benim favori şehrim olamayacağıdır. Gidilir, gezilir, çok keyif de alınır o başka…
La Rambla’dan limana doğru inerken sağda göreceğiniz La Boqueria
200’den fazla satış standının bulunduğu, taze meyve, sebze, et, balık, baharat
ve tabii ki tapas gibi her çeşit yiyeceği bulabileceğiniz kalabalık, renkli bir
pazar.
Barselona’nın sembollerinden biri olan Christoph Colomb
heykeli La Rambla’nın sonunda yer alıyor.Barselona’ya gidip de ünlü mimarları Gaudi (1850-1926)’nin ilginç eserlerini görmeyen yoktur.Yamuk yumuk ve şekerle kaplanmış izlenimi veren renkli bir yapı görürseniz kimsenin söylemesine gerek duymadan bu Gaudi diyebilirsiniz.
Casa Mila, Barselona’nın Eixample semtinde Passeig de
Gràcia caddesinde bulunan ve 1906 - 1910 yılları arasında Antoni Gaudi tarafindan tasarlanıp inşa edilen bina. La
Pedrera ("Taş ocağı") olarak da bilinmektedir. (Kaldığım otelin hemen
yanı başında olduğundan, görüntüsünden pek haz etmesem de, kaybolmamı
engellediği için kalbimde ayrı bir yeri vardır)
Casa Batllo, masallardan fırlamış bu renkli binanın (müze olarak ziyaret edilebiliyor ancak içinde pek bir numara olduğunu söyleyemeyeceğim, internet fotoğrafları yeterli bence) önünden geçerek La Rambla caddesine yürümek hoştu.
Park Güell, kuşbaşı şehir manzarasına sahip bu yapma park mutlaka
gezip görülmesi gereken bir yer. Dönemin zenginlerinden Güell ailesi, aşağı
tabaka olarak gördüğü halktan biraz uzak ve izole, sadece kaymak tabakanın
yaşayabileceği bir yerleşim bölgesi inşa ettirmek istemiş. Ancak bu tabakanın
bölgeyi şehre çok uzak, Gaudi’nin yapılarını da fazla cüretkar bulması nedeniyle,
başlangıçta 60 ev yapılması planlanan proje
tamamlanamamış. Gerek talebin yetersizliği gerekse Gaudi’nin ölümüyle sadece üç
ev yapılabilmiş. Şimdi müze olarak ziyaret edilebilen, Hansel ve Gratel’in
evlerini anımsatan kurabiye-şeker görünümlü evlerden biri de ünlü mimarın
hayatının son yirmi yılını geçirdiği evi.
La Sagrada Familia (Kutsal aile), Modern mimarinin öncüsü
Gaudi’nin 1882 yılında halkın yardımlarıyla yapımına başladığı bu kilise 1926
yılında tramvayın altında kalarak ölmesi sonucunda yarım kalmış olup, yapımı
halen sembolik olarak halkın yardımlarıyla devam etmektedir.
2022 yılında
biteceği düşünülen tarihi yapının tamamlanmasını geciktiren nedenlerden biri Gaudi’nin
karmaşık mimari tarzının çözülmesinde yaşanan güçlükken, bir diğer neden de ilk yapım
yöntemlerinin günümüz teknolojisine uyarlanmasında karşılaşılan zorluklardır.
Süper ötesi bir yazı! Hoş!
YanıtlaSilTam aradığım yazı. Az önce biletimi ayarladım. Tek başına günü birlik yapacağım Barselona gezisi. Çok kez yalnız gezdim, fakat Barselona düşündürdü beni biraz. Bakcaz artık :)
Hiç düşündürmesin :) İyi gezmeler, Flamenko seyretmeden dönmeyin sakın :)
Sil